Begonviller, begonviller…

Hem de iç çeke çeke begonviller…

Hayırdır? Kar yağarken manavda mürdüm eriği arayanlara benzedim, değil mi? Oysa işin aslı başka. Geçen ay siz kış ortasındayken, ben bir haftalığına cayır cayır yaz ortasındaydım. Varsın köşemizin başlığı 2475 kilometre ötedeki Londra’yı işaret etsin, leyleği bir kez daha havada gören bendeniz (google’ın hesabıyla) Cunda’ya kara + deniz yoluyla 5581, uçakla ise 4087 kilometre mesafedeki Maspalomas’daydım. Maspalomas dediğiniz, Kuzey Atlantik Okyanusu’nda Fas’ın tam karşısına düşen, İspanya’ya ait Kanarya Adaları’nın en büyüğü Gran Canaria’nın güneyinde bir sahil tatil kasabası. Ki, herşeyden ziyade yılın ortalama 360 günü çöl sıcaklarıyla kavrulmasıyla ünlü. Burnunuz donarken gönlünüz güneş istiyor, ama bütçeniz Bahamalar ya da Tayland’a kısa kalıyorsa, milyonlarca yıl önceki bir volkanik patlamanın ürünü bu cennet parçasından daha uygun bir istikamet bulmanız zor.

İşte oradayken çarptı gözüme begonviller… Hani o Bodrum’un simgesi olarak bellediğimiz ve bir güzel sahiplendiğimiz begonviller… Geçen yazdan beri ilk kez, ama alışık olduğum topraklardan çok çok uzaklarda yine kah güneşle aşk yaşadıklarına, kah meltemle oynaştıklarına şahit oldum. Hem de akla önce kum tepecikleri, palmiyeleri ve dev kaktüsleriyle gelen bir diyarda. Şaşırdım, derken niye şaşırdığıma şaşırdım. Öyle ya, bir güzel sahiplendiğimiz dediğim o begonviller, aslında büyük bir pişkinlikle sahiplendiğimiz begonvillerdi.

Moru, pembesi, beyazı, kırmızısı, hepsinin karışımı şarabisine ilaveten portakal rengine bile rastlanan bu egzotik bitkinin kökleri ta Brezilya sahillerinde. Avrupa’ya geçişi, 1768 yılında Fransız doğabilimci Philibert Commerçon tarafından Rio de Janeiro’da keşfedilmesi sayesinde. Yaygın adının ilham kaynağı ise, Commerçon’un yakın arkadaşı, onu Fransa’ya geri taşıyan La Boudeuse gemisinin amirali Louis-Antoine de Bougainville. Yeri gelmişken not düşeyim; Sordum, soruşturdum, İspanyolların bizimkine benzer bir pişkinliği hiç olmamış.

Neyse… Maspalomas kaçamağımın şaşırmaya değer esas sürprizi, bir haftaya sığdırdığım toplam 26 kilometrelik dört koşunun üçüncüsünde karşıma çıktı. Her fırsatta kendime Bodrum’da değil Kanarya Adaları’nda olduğumu hatırlatırken, turistlerin pek uğramadığı daracık arka sokaklardan birinde adeta eski İstanbul’dan ışınlanmış cumbalı bir taş ev beni ansızın asfalta mıhladı. Dakikalarca hayran hayran bakıp kendime bir kez daha Kanarya Adaları’nda olduğumu hatırlatırken, tıpkı begonviller gibi, hikayesi meçhul bu evin resmini çekmek de kaçınılmazdı.

Dünyanın küçük bir köy, hepimizin de kan kardeşi olduğunu söylerler. Aksini iddia etmeyeceğime emin olabilirsiniz.

Eralp Baydar

5 Ocak 2018

4 comments

oyamanas için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.